Hülagü Sen Kendini Kandır!...

TTK (Türk Tarih Kurumu) Başkanı Prof. Dr. Metin Hülagü 20 Haziran Cuma günü Hürriyet gazetesine bir röportaj vermiş ve sözde “İSTİFA” etmiş. İstifa nedenini de Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’yla ihtilafa düştüğü olarak ifade etmiş. İhtilafa ilk günden beri düştüğünüzü cümle alem biliyor Sayın Hülagü; adama sorarlar 2 yıldır aklın neredeydi diye? Hadi Hürriyet’i ve diğerlerini kandırdın, hadi bilmeyen okurları da kandırdın, ya bilenleri nasıl kandıracaksın? Olaya bakın görev sürem doldu, öyle yada böyle hizmet ettik diyerek gitmek zoruna gitmiş olmalı ki Hülagü’nün istifayı ve öğretim üyeliğine geri dönmeyi yeğlemiş kendine. Hâlbuki zaten görevli geldiği kurumdan 2 yıllığına görev alan Prof. Hülagü sürenin bitmesine 1 gün kala istifa ettiğini açıklıyor. Ve bu görevlendirmeyi dillendiren yüksek kurumuna da gider ayak ihtilafa düştük deyip gönderme yapıyor. Yemezler Hülagü… Sen kendini kandır! Tıpkı birinin selamının üzerine 1000 TL’lik işi 25000 TL’ye yaptırdığın gibi ve daha gün yüzü görmemiş asıllı asılsız yüksekten uçan projelerde olduğu gibi. Allah’ı kandırmaya gücün yetmez sende biliyorsun ama kulları ile oynamak hoşuna gidiyor. Bakalım bunun hesabını nasıl vereceksin mahşer günü! Selam olsun benden Hülagü’ye hem de “Ukalaca” bir selam, vesselam. Türk Tarih Kurumu adına da çok sevindiğimi söylemeden de geçemeyeceğim yani…. İnşallah hayırlı biri gelir kurumun başına da belki gidenlerden hesap sorar bu yapılanlar ne böyle diye! İlgili Haberler > Hürriyet’in Haberi: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26643634.asp > Habertürk’ün Haberi: http://www.haberturk.com/gundem/haber/959824-metin-hulagu-turk-tarih-kurumu-baskanligindan-istifa-etti > Anadolu Ajansı: http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/347199–ttk-baskani-hulagu-istifa-etti >Sabah’ın Haberi: http://www.sabah.com.tr/kultur_sanat/2014/06/19/ttk-baskani-hulagu-istifa-etti > Milliyet’in Haberi:...

İşte Twitter’a Girmenin Yasal Yolu…...

Haber ajansları ve Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de belirttiği gibi bir sayfa yada içerik yüzünden sitenin tamamı değil sadece o sayfası engellenmeli yada girişler bloke edilmeli. Her ne hal ise bizim yargımız budayacağım derken kökten kesiyor. İlgili haber Linki (İHA): http://www.iha.com.tr/iste-twitterin-kapatilmasinin-sebebi-gundem-342265 Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Twitter’daki değerlendirmesi (21 Mart’ta siteye Türkiye’den ulaşım engellendikten sonra atılan bir twit… Yani Cumhurbaşkanımızda sitenin kapalı olmasına aldırış etmeyip yasal yollarla ulaşmış bulunuyor.) Ve Twitleri; Twit: Sosyal medya platformlarının tamamen kapatılması tasvip edilemez. Twit: Ayrıca, daha önce defalarca belirttiğim gibi iletişim teknolojilerinin bugün ulaştığı noktada Twitter gibi bütün dünyada./. Twit: ./. kullanılan platformlara erişimin topyekün engellenmesi teknik olarak zaten mümkün degil. Twit: Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal gibi suç oluşturan hususlar varsa, ancak mahkeme kararıyla sadece ilgili sayfalar kapatılabilir. Twit: Umarım bu uygulama uzun sürmez.   Velhasıl biz konumuza dönelim. Dns, IP vesair ayarı falan yapmak hikaye… Eğer ulaşmak istediğiniz siteye ulaşım kapatılmışsa maskeleme yapan browser yani tarayıcılar var. Tarayıcı dediğimiz şey Google Chrome, Opera, Explorer, Safari ve benzeri gibi internete girmemize yarayan programlardır. Bizde bu programların biraz daha geliştirilmiş özellikte olan TOR Browser (Tor Tarayıcıyı) kullanarak istediğimiz kapatılmış siteye ulaşabiliyoruz.   Tor Browser İndirmek İçin Tıklayınız… Kurulumu çok basit sadece ileri diyerek kurabilir ve güle güle kullanabilirsiniz. Şunu da unutmayalım ki devletimiz, yargımız kapatma kararı vermiş olabilir fakat bize girmeyeceksiniz diye hiçbir tebliğde bulunmadı. Bu yüzden girmemiz yasak değil sadece siteye Türkiye DNS ve IP adreslerinden ulaşım engellenmiş durumda. Ama başka bir sunucuyu kullanarak çıkış yapılabilir. Bunun için en uygun yöntem Tor Browser gibi maskeleme yapan tarayıcı kullanmaktır. Bir Başka Makalede Görüşmek...

Hutbe Dinlerken Bile “Facebook” Aklından çıkmıyor…...

Bugün Cuma namazında ilginç bir duruma rastladım desem de bir çoğuna göre normal herhalde… Vatandaş Cuma namazı kılmaya camiye gelmiş. Camide o kadar dolu ki ezandan 10 dakika önce gitmeme rağmen geçen haftaki gibi namazı kapının ağzında kılmak durumunda kaldım. Velhasıl asıl konumuza gelelim. Cuma Namazının sünnetini kıldıktan sonra imam hutbe için minbere çıktı. Malum yılbaşının yaklaşması ile vaazlar, hutbeler hep yılbaşı üzerine oluyor. İmam yılbaşında senenin muhasebesini yapın, şu soruları sorun derken, şunu yaptınız mı? bunu böyle ettiniz mi derken, cemaatten biri bir iç çekişle birlikte “nerede…” dedi. aradan iki dakika geçmedi aynı vatandaş elinde akıllı telefonu Facebook’ta paylaşılan fotoğraflarda gezinip, büyütüp küçültüyor arkasındaki cemaatte gözünü telefona dikmiş onu ne yapıyor diye bakıyor. Fark eden bir başkası ise seslice “tövbe, tövbe..” diyor… Hani imam muhasebe yapın diyor ya kime diyor…  İçimden epey yorum yapmak geliyor ama neyse nefesimi tuttum ben de ESTAĞFURULLAH...

EGO Yanlış Cebe Girdi...

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin “TÜRKİYE’de İLK” olarak belirttiği “EGO CEPTE” mobil uygulaması hem yanlış cebe giriyor, hemde yanıltıyor… “Nasıl mı?” Yaşadığım, hatta sık yaşadığım durumları sizinle paylaşayım.   Ego Yanlış Cebe Girdi! Otobüs durağına giderken yada otobüsü durakta beklerken uygulamayı açıp sorgu yaptığınızda (Özellikle durak favorilere ekli ise) yanınızda yada yakınınızdaki diğer yolcuların favori durakları “Ev, İş, Aşkım Ev, Annem,” gibi etiketleri ile birlikte bi anda sizin favori duraklarınızın yerini alıyor. Bu da benim tabirim ile “Ego Yanlış Cebe Girdi!” oluyor. Yani uygulamanın büyük bir açığı sayılır ki kişilerin özel bilgileri başka bir kişi ile paylaşılmış oluyor. *** EGO Şaşırtmacası! “Durakta Beklemeye Artık Son!” demiş büyükşehir belediyesi, fakat uygulama sapıtınca daha çok beklemek zorunda kalıyoruz, duraklarda tabir yerindeyse ağaç oluyoruz. Bir başka handikap ise; evden otobüse bindiniz Ulus’a gelirken aktarma yapacağınız durağın numarasını girdiniz. Düşüncenizde Ulus’tan otobüs geçmiş ise Sıhhiye yada Kızılay’ı aktarma olarak seçmek için böyle bir yol izliyorsunuz. Velhasıl 3 dakika sonra gelecek otobüse yetişmek için Ulus’ta iniyor ve  otobüsü beklemeye başlıyorsunuz. Ego cepte uygulamasında plakası ve servis numarası yazan otobüs geliyor. Fakat “EGO Servise Kapalı” yazıyor. Yani Sıhhiye’ye yada Kızılay’a gitsek belki daha az bekleyeceğiz çünkü aynı yöne giden bir çok Ego otobüsü var ama Ulus’ta tek olunca beklemekten başka çareniz kalmıyor. (Bahsettiğim Hatlar: 268, 530,538… gibi) Öneri: Uygulama ve Otobüs Durumlara daha entegre çalışmalı ve insanların özel etiketleri başkaları ile paylaşılmamalı,...

Kırmızı Çizgi

“Sıkça gazete okumayan biri olamama neden Türkiye’nin medyasıdır.” diyenlerdenim. Çünkü; ne haberleri haber gibi, ne de köşeleri köşe gibi… Ama artık tasarımları da isimleri de çığırından çıkmış tabir yerinde ise… Kimisi gazetenin adına “AMK” koyar, kimisi grafiğinde, tasarımında müstehcen vari resimler, ya da bunları yapmayan gazeteler de ya bir görüşe, yada siyasete hizmet ediyor. Böyle bir medya yuvası olan Türkiye’de suç bu gazeteleri çıkartanlar da mı? Yoksa onlara gözlerini kapayan denetim kurulları mı? Yoksa onlara prim veren okuyucularda mı? Bence hepsinde epeyce sorumluluk var o yüzden gazete çıkartmıyorum. (Çıkarttığım dönemde de ne  yandaş oldum. Ne de müstehcen…) Gazeteleri denetleme yetkimde yok. Ama bir okur olma yetkim var onuda en az düzeyde kullanıyorum. Bu ülkeye doğru çizgisi olan, adam gibi ismi, cismi ve tarafsızca, yandaşlık yapmayan bir basılı gazete lazım. Ama ayakta durması çok zor olduğu için bu tarz yayın yapabilecek/yapabilen olacağına ihtimal veremiyorum.    ...

“Polis” Kelimesi Anlam ve Güvenini Yitirmiş Durumda...

Olay deyince ilk kaçanlar polisler… Ancak kameralar karşısında “emrivaki” gaz sıkmaktan ibaretler. Bu düşünce sadece bana değil %90 çevremdeki insanlarında görüşüdür. Bu konuda hiç haklı olmak istemem ama gerek “rüşvet” gerekse “duyarsızlık” açısından polis benim gözümde sınıfta kalmış durumda. Benim bakışım bir vatandaş bakışı… Bir insan bakışı… Bu kanıya nasıl vardığım konusunda şöyle bir açıklama yapabilirim. Daha hiç polise gidip şikayetçi olmadım, hakkımdada şikayette bulunulup polis karşısına geçmedim. Fakat aynı masada oturmuşluğum, sohbet etmişliğim vardır. Konuşurken mangalda köz bırakmazlar. Ama iş icraata gelince köz dumanı gibi uçarlar… *** Sokakta “serseri mayın” gibi gezen üç-beş abart egzozlu aracın kullanıcısını şikayet etseniz gelip bakmazlar. Peki ya sebep; “… olay yerini bildirin mobesse varsa bakarız …” deyip geçerler. Sonra aradan bir iki gün geçer yine aynı abartı bir tarafına takanlar yine gezerler. Diyeceğim o ki mobesse olsa da olmasa da “POLİS” bu konuda bitik durumda. “SIFIR” çizip, bağırta bağırta yedi mahalleden sesi duyulan trafik magandalarına “Dur!” diyemeyen “POLİS” adlı görevlilere neden güveneyim? *** Bir yerde hırsızlık olur gecenin 4’ünde koca kasayı çalarlar… Fakat yavuz hırsız “POLİS” şaşırtır! bir alarmın kablosunu keser ve polislerin tamamı akın eder peki ya ikinci alarm ne olacak? Ki olaylar için gidecek ekip ve bölge planı kesinlikle yapılmıştır. İnsanın aklına neler geliyor neler… Polislerin tamamı neden gitti? Karakolda ikinci olayı bekleyen bir ekip bırakılmaz mı? Bu soruların cevabı gizli… Neden “Gizli” olduğunu açıklayayım. Çünkü memurlar kendini savundu olay örtüldü. Polisin suçu örtbas edilir ama vatandaş “YEMEZ”… Yapamıyorsa işini al açığa yeni geleceklere şans tanı ki ibretlik olsun. Kimse hata yapamasın! *** Yollarda farklı mı sanki? Bundan bir kaç yıl önce “TIR” ile yolculuğa çıktım 150 kilometrelik yolda üç kez polis durdurdu. Ve sadece ruhsata bakıp devam et dediler. Yanımdaki şoföre sordum bu neden böyle diye, aldığım cevabı daha öncede duyuyordum ama hiç görmediğim...

“TTNET” En Sorunlu NET…...

TTNET Anonim Şirketi, Türk Telekom iştiraki olarak 26 Nisan 2006 tarihinde kurulmuş ve 14 Mayıs 2006 tarihinde ‘İnternet Servis Sağlayıcı Lisansı’ alarak faaliyetlerine başlamış olan ve  Türkiye’nin en çok kullanıcı potansiyeline sahip İnternet Servis Sağlayıcısıdır. Bakın Nasıl İnternet Sağlıyor Görelim! Bir “TTNET Yalın İnternet” kullanıcısının yaşayabileceği mağduriyet sizce ne kadar ve nasıl olabilir ki? Bakalım Ne olmuş ne bitmiş? 15 Eylül’de kullanıcı TTNET’in müşteri hizmetlerini arıyor ve aboneliğinin “İPTAL” edilmesini istiyor. Müşteri hizmetlerinden verilen bilgi ise 10 gün içinde TTNET Bayine ıslak imza verilmez ise internet servisinin çalışmaya devam edeceği yönünde oluyor. Ardan günler geçiyor ama müşteri yeniden internetinin aktif olmasını bekliyor. 26 Eylül’de (11 gün sonra) Müşteri hizmetleri ile irtibata geçiyor ve hattının aktif edilmesini istiyor. Aradan yine günler geçiyor. 4 Ekimde yani 19 gün sonra TTNET Müşteri hizmetlerini arıyor siztemde bir problem olduğu belirtilip işlem talep kaydı alınıyor. Fakat aradan geçen zaman sonrasında “Lanet olsun” deyip; 29 Ekim’de üzerinden 44 gün geçen işlemi sorgulamak adına yeniden telefon açıyor ve 4 Ekim’de başvurunuz alınmış, 11 Ekim’de ilgili birime iletilmiş deniliyor. ve 13 Kasım’da İnternet aktif hale geliyor… “10 Günlük” denilen bekleme süresi “59” gün sürüyor. Muhteşem değil mi? “TTNET = Kaplumbağa” İnternet hızlı olabilir, hizmet çok iyi olabilir fakat bir kez dahi olsa aksayan hizmet “HİZMET” değildir. “AKSAYAN HİZMET”tir. ve halen TTNET uyansın, internet gelsin diye bekleniyor… Tüm bu işlemler sırasında hat dolu olduğu için (yani TTNET denilen firma hattı işgal ettiği için) hiç bir internet sağlayıcısından hizmet alınamıyor. Yani “TTNET internetsiz kal”,  “benden almıyorsan kimseden hizmet alamazsın” der gibi ne hizmet veriyor nede hattınızı boşaltıp başka bir sağlayıcıdan hizmet almanıza olanak sağlıyor. Yani TTNET düpedüz işgalciliğin alasını yapıyor..   TTNET Müşterisi Olmadan Bir, Hatta Birkaç Kez Daha Düşünün…! — Velhasıl İnternet 60 küsür gün sonra geri açılıyor. Fatura süresi dolmadan kapatılıyor ama gelin birde...

Lüks Hayat, Lüks Devlet!...

Geçtiğimiz gün Facebook sayfamda da bu konu ile ilgili paylaşımlarda bulunmuştum ve bugün tekrar buradan sizlerle paylaşmak istedim. Bakın şu acayipliğe; İran’dan iş seyahatinden yeni dönen bir iş adamını misafir ettim. Cebinden bir paket sigara çıkarttı ve “Türkiye’de 8,00 TL olan bu sigara İran’da 1.80 TL tekabül eden fiyatlara satılıyor” dediğinde İran’dan alınan sigaranın kaçak bir sigara olduğunu düşündüm. Fakat işin aslına bakın ne kadar tuhaf. İran’dan alınan paketi incelerken bandrollü olduğunu ve “Made in Turkey” yazısını görünce şok oldum. Çünkü Türkiye’de üretilen bir sigara Türkiye dışında neredeyse 5’te 1 fiyatına satılıyor. Yani bu durumda Türkiye’de sigara içmek demek gönüllü olarak devlete çalışmak demek düşüncesi geldi aklıma. Ve aradan geçen haftalar zam kararları ile kararmış duruma geldi neredeyse… Vatandaş isyan bayrağı çekerse devletine ihanetle suçlanıp, biber gazına maruz kalıyor. Diğer yandan esnafın kar marjı belli iken misli misline üzerine çeşitli vergiler konularak pazara sunulan petrol ürünleri, sigara ve son olarak elektrik gibi kimi özel, kimi zaruri ihtiyaçlar karşısında bu vatandaş ne yapacak? Kimin umurundaki?.. Çünkü devlet lüks, hayat lüks ama kime? Tabiî ki bize, acaba neden? Vergini ver devlet kalkınsın diye sloganlarla vergi kaçıranlara seslenenler aynı zamanda zam yaparak vatandaşı arayış içerisine sokuyorlar. Çaresiz kalan vatandaş ne yapar, suça yönelir. Suça teşvik edenler kimler acaba diye bir düşünmek gerekir kanısındayım. Lüks hayatın içinde yaşayanlar vatandaşın vekilleriyken lüksün semtinden geçemeyenleri acaba nasıl temsil ediyorlar. Farkındaysanız A Partisi yada B partisi demiyorum ki parlamentonun tüm üyeleri bütün bunlardan mesuldür.   Rabbim ayıpları örten olun diyor ama birazda hakkımızı aramamız gerekiyor! Zamların üzerine daha neler gelecek bilinmez ama bu zamlar bu milleti canından bezdireceğe benzer…   Selam olsun vekil beylere, biz tutturduk bir Köroğlu türküsü tamda “delikli boru çıktı mertlik bozuldu” mısralarındayız. Belki dinlemek istersiniz, selam ve dua ile hoşça...

Nerede Bu Avaz Avaz Çığıranlar?...

Bir hayvanı aç görünce yerel yönetimlere saldıran, sahipsiz hayvanların hastalandığını görüp şu yetkili ne iş yapıyor diyenler sizden bahsediyorum. “HEYT…” diyen bir yapının içerisinde yer alan iki hayvanı acı çekerken görüpte fotoğraflayıp üç-beş karalayıcı cümle ile avazları çıktığınca bağırmaya çalışanlar neredesiniz?   Ankara metropolünde köpekler insanlara saldırıyor. Sahipleri yok madem bu hayvanları bu kadar çok seviyorsunuz neden sahip çıkmak yerine birilerinin sahip çıkmasını bekliyorsunuz?   Bizde hayvan besleyip, seviyoruz. Fakat hiçbir zaman bir hayvanı insandan çok sevmedik. İşte bu ince çizgiyi koruyarak hareket eden hayvan severlerdeniz bizde, ama bunu başaramayıp hayvanı insandan üstün görürcesine sevgi gösterisi yapanlar böylesi olaylarda toz duman oluveriyorlar. Bende birçok kişi gibi soruyorum; “Nerede Bu Avaz Avaz...

Modern Eşkiyalık!

Eşkıya kelimesinin sözlük anlamı; “dağda, kırda yol kesen hırsızlar, haydutlar” şeklinde fakat her meslek gibi, her değişime uğrayan olay gibi “Eşkıya”lıkta bu değişimden nasibini almış. Günümüz eşkıyaları sokakta, yolda, işyerlerinde kısacası her yerde…   Nasıl mı?   Markette; alışveriş tutarının yarısını ödemek ile,   Berberde; cüzdanımı unutmuşum deyip bir sonraki tıraşta da “üzerimde para yok” diye bilmek ile,   Kahvehanede; çayı içip, hatta saatlerce oyun oynayıp hesabı ödeyecekmiş gibi kasaya yanaşıp “ziyade olsun” demek ile,   Ve bunun gibi ne ahlak kurallarında, ne de kanunlarda yeri olmayan davranışlarla vatandaşların karşısına çıkan edep yoksunları ile karşılaşmaktayız.   Günümüzde içimizde yaşayan, dağda saklanma gereği duymayan çok sayıdaki insan topluluğuna “MODERN EŞKIYA” diye hitap etmekte hiç sakınca görmüyorum.   Bence modern eşkıyalığın tanımı; cebindeki paraya üç kuruş daha ekleye bilmek için tüm ahlak kurallarını ve yasaları hiçe sayarak vatandaşların alın terlerini göz göre göre gasp etmektir.   Eşkıya kelimesi aynı zamanda; “şaki” kelimesinin çoğuludur. Şaki kelimesi ise; “Haydut” anlamına gelir. Fakat günümüzde “Eşkıya” tanımının değiştiğini düşünürsek, “Şaki” kelimesini de yeniden yeniden tanımlamak gerekir ki; bunun tanımını yapmak pek zor. Çünkü “Şaki” denilebilecek o kadar çok meslek gurubu var ki saymakla bitmez…   Velhasıl, modern eşkıyalara kulluk edenin sırtına semer vuran çok olur…   Sağlıklı ve mutlu günlerde yeniden buluşmak dileğiyle, hoşça...

Bir Dizi Zırva…

Son birkaç yıl içerisinde televizyon ekranlarında doğru dürüst bir diziye rastlamak pek mümkün olmuyor. Büyük çoğunluğu zırvalardan ibaret… Son birkaç yıl içerisinde televizyon ekranlarında doğru dürüst bir diziye rastlamak pek mümkün olmuyor. Büyük çoğunluğu zırvalardan ibaret… Her kanalın gözde dizileri, reyting rekorlarına imza atan bir grup dizilerin içeriklerine bir bakacak olursak bir dizi zırvadan ibaret. TV. kanalları bir yol tutturmuş gidiyor. Biri gün boyu suç örgütlerinin haberlerini geriye kalan vakitlerde de terör örgütü konulu, abartı üzerine abartı koyan dizilerle izleyenlerine terör örgütlerini anlatıyor. Fakat bu yayın 1-2 gün yada birkaç aydan ibaret değil, üzerinden geçen yıllara rağmen her yayının içeriğinde terör var. Yapılmak istenen, amaç ne olabilir? Terörün varlığı mı? Bunu zaten vatandaş çok iyi biliyor. Doğusundan batısına her yörenin bu konuda yeterince bilgisi var. Peki ya abartılar, terörün Türk Askeri’nin kanını oluk oluk akıtması, her bölümde sürekli Türk Şehitleri… Abartılar, salvolar ile desteklenen diziler ile haber yayınlarındaki üzerinde durulan konular sürekli paralellik içerisinde buda bir şeylerin bu millete empoze edilmeye çalışıldığının bir örneği… Diğer yanda, özel kanalların birçoğunda yer alan, öğrenci rolleri ile izleyicilerine hitap eden bir sürü dizi… Hepsinde de aynı nane, sevgilileri değiştiren, bir birlerinin arkasından oyun çeviren zırvalardan ibaret. Bir de özellikle lise öğrencilerinin kullanılıyor olması ayrı bir tartışma konusu. Hatta bazı kanallar öyle abarttı ki artık aynı diziye paralel farklı isimlerde dizilerle izleyicilere aynı şeyleri anlatıyor, aynı olayları şahısları değiştirerek önlerine sürüyor. İzlemek, İzlememek… İzleyicinin yoğunlaştığı bu konular için farklı yorumlar yapıla bilir fakat bu senaristler hep mi aynı konuyu ele alır? Bir diziden örnekleme yapacak olursak; sevgilisi ile evlilik hayali kuran, farklı insanla nişanlanan, başka birinden çocuk yapan liseli bir kız karakteri yazılan bir dizi… Olaylarda ne hikmettir hep bu olaylar üzerinde döner, bunlara prim vermek ekranları karartmaktan başka bir şey olamaz. Zırva tevil götürmez, ekranlarımızı karartmayalım…   Anadolu’nun Sesi Gazetesi (Etimesgut –...

Edeb Ya Hu !

Osmanlı Türkçesine merakı olanlar, birtakım eski hat levhalarına bakarak atalarımızın hangi düsturlar çerçevesinde bir hayat felsefesine sahip olduklarını az çok kestirebilirler. Eskiden evlerin, resmi dairelerin, ibadethanelerin ve insan ayağının bastığı pek çok mekânın duvarları bu tür levhalardan en az birkaç tanesiyle tezyin edilmiş olur ve en dikkatsiz nazarları bile kendine celbedecek süslere, tezhiplere, bezemelere, işlemelere sahiplermiş. Bunlardan birisi ve en çok kullanılanı ise “Edeb Ya Hu!” ibaresidir.   Edep, haya, kültür… Son günlerde 7 yaşındaki çocuktan 77 yaşındaki dedeye kadar küfür almış başını gidiyor. Özellikle yeni nesil, hatta okumayı yazmayı bilmeyecek yaşta ve haddini anlayabilecek melekeye bile sahip olmadan çıkarıveriyor küfürler bir bir oyun kavramlarıymış gibi… Kimisi ailesinden alıyor bu özelliğini, kimisi sokakta oynadığı arkadaşından, hatta bunların yanı sıra ve de en önemlisi televizyonlardan alınan anlamsız sözcükler günün vazgeçilmez konuşma metinlerinin birer parçası oluveriyor. Çünkü çocukların ve gençlerin espri ve komedi anlayışı “İvedik” gibi tiplemelerin, “damacana” gibi nesnelerin ve sayamadığım “Mal” ve mamullerin eline düşmüş. Komedi anlayışı, küfürlerin söyleniş tarzlarına göre değişir olmuş, espriler “edep” çizgisini aşmış ve hatta sokaklara taşmış günlük konuşmaların %50’sini alır hale gelmiş.   “Ehl-i irfan arasında aradım kıldım talep Her makbul imiş illa edep illa edep…”   İlla edep illa edep… Geleceğin, yarınların teminatları edep yoksunlarına özeniyor, vizyonlar buna aracı oluyor, siz geleceğinizin teminatı için ne...

Dev Organizasyondan Arta Kalanlar

Geçtiğimiz Pazar günü Etimesgutlular dev bir organizasyonla eğlendiler, güldüler oynadılar… Songül Karlı ve Mustafa Yıldızdoğan’ın Etimesgutlu vatandaşlarla bir araya gelmesini sağlayan Etimesgut Belediyesi bu konseri “Engelliler Haftası ve Anneler Günü” için düzenlemişti. Muhteşem bir geceydi ki orada bulunan binlerce insan doyasıya eğlendiler. Fakat öyle bir sorumsuzluk örneği var ki bu dev organizasyonda eğlenmeye kendini kaptıran ve onların günü olan anneler; çocuklarını o kadar sıklıkla kaybettiler ki sunucu arkadaş her sahneye çıkıp mikrofonu eline aldığında kaybolan çocukların isimlerini sayıyor buda yetmiyor, sanatçılar şarkı aralarında kayıp çocuk anonsu yapıyor. *** Öyle bir şey ki 2010 yılının ilk aylarında gündemine damgasını vuran olaylardan biri olan “Kayıp Çocuklar” olmasına rağmen anne-babalar bir anlık eğlence için çocuklarını ihmal edebiliyorlar ki bunun en açık örneğini sadece 1 saatte 15’in üzerinde kayıp çocuk anonsu ile yaşamış olduk. *** İstasyon Caddesi’nden Gece Manzarası Etimesgut’un en işlek caddelerinden biri… Etimesgut, Elvantkent, Sincan gibi büyük yerleşim yerlerini bir birine bağlayan caddelerden bir tanesi İstasyon Caddesi. Cadde üzerinde bulunan işyerlerinin arasında modifiyeci, tuning malzemeleri satan ticarethanelere sıkça rastlamak mümkün. Reklam yapmak, ilgi çekmek satış yapabilmek için büyük bir avantaj. Neden bu işyerlerinin reklamlarından bahsediyorum, çünkü bu işyerlerinin tabelaların yanı sıra yola cepheli flaşörlü patlayan ışıklarla reklam yapmaları yol boyunca hem yayalara, hem de sürücülere zarar veriyor. Tabiki ürün sergilemek, reklam yapmak çok doğal ama bu yapılan trafiği kullanan insanlara zarar veriyorsa, bu bencillik sınıfına giriyor ve göz alıcı derecede onlarca flaşörlerin sıralanarak oluşturduğu ışık yoğunluğu anlık görme bozukluğuna neden oluyor. Kazaya sebebiyet verebileceği göz önünde bulundurulmalı ve daha duyarlı davranılmalı diye düşünüyorum. Yetkililerin gerekeni yapacağını umuyorum. “Aslına Huu.. Nesline...

Doğru İrade Farkı

Geçmişten günümüze süre gelen yol-suzluk hikayeleri, Kimi iftira, kimi gerçek… İşine geldiği gibi yorumlayan yazarlar, doğruları saptırıp objektif bakış bu diyerek yanıltmacı çalışmalar ve bu durumda sadece “çalışma” aşamasında kalıyor. Son yıllarda sıklığı aratan yolsuzluklar, çeteleşmeler, terör örgütleri gündemin hemen hemen hepsini kaplıyor. Belki yerel basın için aynı şey geçerli değil ama sonuç olarak gündeme gelen çeteleşme haberleri gündemi kapsayarak birçok olayı örtbas etmişse de öyle bir durum var ki Etimesgut gündeminin tepesinde…   Ne yaptın oğlum? Değerli okuyucularım bu paragrafta sizlere kısa bir hikaye ile sesleniyorum. Çocuğuk sokakta oynarken bir çakı bulur ve koşarak babasına gider; -“Baba, baba çakı buldum !” der, babası; -“Hani, nerede?” der; -“Yok” der babası tekrar sorar; -“Ne yaptın oğlum?” der ve çocuk cevap verir; -“Kaybettim baba” der. Sanki bir dönemlik serüvenin 1 yıl sonrasında bazı gerçeklerin ortaya çıkması gibi, haydan gelen huya gider…   İleri Görüş = Etimesgut Halkı 2009 seçimlerinin ardından geçen 1 yılında gündeme gelen usulsüzlükler ve buna benzer durumlar nihayetinde eski başkanın tutuklanması… Ve geçen 1 yıllık dönemde Etimesgut’un aldığı hizmet ve girişimler… Bu durumun oluşmasındaki en büyük etken şüphesiz Etimesgutlunun iradesidir. İleriyi Gören Etimesgutlunun kararının doğruluğu bir kez daha ispatlandı. İşte doğru iradenin...

Emeksiz Ekmek

Her işin bir kolay yolu, bir basit şekli vardır. Emek harcanmadan ulaşılacak kestirmeler vardır. Genelde yorgun, güçsüz, çaresiz olduklarını savunan budala insanların seçtiği yollardandır. Son günlerde “Emeksiz” yaşam için mücadeleler yoğunlaştı, yoğunlaşmaya devam ediyor. Örnekler o kadar çok ki mesela her gün aynı köşe başında avucunu açıp geçenlere “Allah ne muradın varsa versin” diyerek seslenen ve bizim milletimizin duygularını sömüren, emeksizce ekmeğini kazanan insanlar… Ya bir engeli olduğunu ortaya koyar, yada kucağında minik bir yavru… Asıl engel beynidir böyle insanların. Hayattan habersiz bir bebeği kullanarak yapılan bu davranışın neresi doğru olabilir ki? Evet, gerçekten başkalarının yardımına ihtiyacı olanlarda var.  Ve biz bu insanları ayırt edebilmek için ne kadar çaba göstersek nafile çünkü taklitçiler onlardan daha mağdur görünüyorlar.   Asıl hatalı olan onlar değildir aslında, biziz! Çünkü kapıdan boş çevirmek adetimiz değildir, bir yardım etmesek, bir ederiz. Bunu gören ve bilen aramızdaki fırsatçılar hemen o “cin fikirlerini” ortaya koyup, kimi zaman numarayla, kimi zaman duygu suistimali ile… Ve artık daha da yüzsüzce hiçbir engeli yok, hiçbir özel durumu yok… Sapa sağlam 30-35 yaşlarında çürük beyinli bir vatandaş eğer kapınıza gelip “İşsizim, ne verirsen Allah razı olsun” diyebiliyorsa gerçekten bitmişiz… Ayrıca; “bugün benim yanımda çalış” denilip belirli bir ücret teklif edildiğinde hiç düşünmeden ret edebiliyorsa insanlığın ruhuna FATİHA…   Peki ya sorumlusu kim? Çok duygusal davranarak, kapımıza gelenleri boş çeviremeyen bizler mi? Yoksa iş ortamı sağlayamayan bürokratlar mı? Yada Türk kültürünü ve adetlerini aşılayamayan ebeveynler mi? Şüphesiz hepimizin sorumluluğu var fakat bu sorumluluklardan “bana ne” deyip sıyırılanlarda “Emeksiz” yaşamın...

Buğulu Camlar…

Bu yazıyı hazırlamak için kalemi elime aldığım da; “Ne yazayım?” değil de “Hangi konuyu yazayım?” dedim. Çünkü; çevrede o kadar yazacak konu var ki nereye elimi atsam bir yanık kokusu, 3.5 şiddetinde deprem gibi tuttuğunuz dal elinizde kalıyor… Artık bu konuları sırası geldikçe ele alacağız, bir bir buğulu camları silip olaylara daha net bakacağız; *** Bizans İmparatorunun girilmemesi için kapısına zincir gerdiği haliç gibi kapatılan zihinler, görüşler hiç yakışmadığı mesleğimize, bu demir engelleri ne zaman aşacak merak içindeyim… Aylardır zihinlerini zincirlemiş olduğu için olan olaylara objektif olarak bakamayanların olaylara yaptığı yorumlar tam bir komedi, izlemeye doyamıyorum. Hatta bir yetkili ve etkili olduklarını sanıp bazı konulara el atıp duru bir görüntüyü bulandırmaya çalışıyorlar, helal olsun… “Göz görmek istemezse dürbün nafile…” *** Boyacı Küpü ! Verimlilik için, enerji ve zaman gerekir… Tecrübe, deneyim… Bir olayı eleştirmek için belirli bir süre geçmesi gerekir ve bu durum özellikle siyasiler için geçerlidir. Bilmem hatırlar mısınız ama ben bazı kaynaklardan edindiğim bilgiye göre rahmetle andığımız Turgut Özal’ın vefatından önce ki son yıllarını hatırlatmak isterim. Her kafadan bir ses geliyor; kırık-çıkık… Kimi şöyle, kimi böyle dedi, sonuç; vefatı milyonları ağlatmaya, yas tutturmaya yetti. O gün için siyasi olarak eleştirdikleri ve ağır ithamlarda bulundukları Özal’ın ölümünden sonra onun için geniş görüşlü bir yöneticiydi diyebildiler. Zamanında yaptıkları eleştirilerin aksine deyimler kullanmışlar, taki ölümünün 1 yıl sonrasından başlayarak, günümüze kadar. Diyeceğim o ki kim olursa olsun, hangi siyasi olursa olsun; eleştirmeden, atıfta bulunmadan iki kere düşünmek gerekmez mi? Eğer söz konusu verilen vaatlerse, yapılan işlerse bu kez daha dikkatli olmak ve zamanını beklemek gerekmez mi? Ne yazık ki bunu yapanların sayısı son günlerde çok azaldı. Dereyi görmeden çizmeyi giyenler, farkında değiller ki çağlayanın altında sırılsıklamlar… İzlemesi ne kadar zevkli de olsa insan olanın gönlü el vermiyor, geçmişte yapılan hatalar tekrarlanıyor. “Tarihten ders alınsaydı hiç...

Hakkıdır, Hakk`a Tapan Milletimin İstiklâl!...

İstiklal Marşı’nı kaleme alan güzel insan Mehmet Akif Ersoy’u ve bu millet için istiklal yolunda şehit düşenleri bir kez daha saygı ve rahmetle anıyoruz. Geçtiğimiz gün İstiklal Marşı’nın kabulünün yıl dönümü idi, tam 89 yıl geçti İstiklal Marşı’nın kabulünün üzerinden ve 89 yıl önceki o heyecan hala yüreklerimizi titretiyor. İstiklal Marşımıza ve Mehmet Akif’e şöyle bir derinden baktığımızda duygulanmamak mümkün mü? Çünkü o mısralarda bir milletin iman ve vatan aşkı, o milletin bir hilal uğruna yedi düvele kafa tutuşu ve esarete hayır değişinin haykırışı yatıyor. Verilen mücadelenin insanı bir mücadele olmadığını biz yine Akif sayesinde anlıyoruz. Çünkü bu mücadele insanlıktan nasibini almamış ileri medeniyetlerin teknolojisi ile Türk Milleti’nin Eliflerinin, kağnılarının mücadelesi, çünkü bu mücadele iman ile küfrün mücadelesidir. Bu mücadele nene hatunların mücadelesidir. Aslında kazanılan zaferin en güzel izahı da şu iki mısrada yatmaktadır; “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,” Saygıyla, Mehmet Akif’i ve Tüm Şehitlerimizi Saygıyla...

Yaşayalım, Yaşatalım…...

Türk kültürü, eşsiz kültürümüz, beklide yarınlara kalacak en büyük mirasımız. Yarınlara bırakılacak en büyük değerlerden beklide ilki kültürümüzdür. En basit örneğiyle; bize önce küçülmeyi, küçük olmayı, mütevazılığı öğretir. Nasıl mı? İşte örneğiyle beraber; Gün: 27 Şubat 2010 Cumartesi Yer: Etimesgut Belediyesi Nikah Salonu Konu: “Safahat – Mehmet Akif Dönüyor… Ya Siz… Neredesiniz?” adlı tek perdelik oyun Oyunun başlamasına 40 dakika var, salonda yer kalmamış denecek kadar boş yer var, protokol bile oyunun sergilenmesine 15 dakika kala yerlerini almış durumda… Protokol yerini almış, benim gelecek olarak gördüğüm, yarınlar olarak gördüğüm kardeşlerim, öyle güzel yaşatıyorlar ki kültürümüzü; protokol öncelikli olmak üzere büyüklerinin ellerini öpüyorlar, saygılarını, sevgilerini anlatıyorlar, el öperken eğiliyorlar… İşte kültürümüz, işte Türk Kültürü… Dinimize göre el öpmek; el öpme ise ana-babaya, saygıya lâyık büyüklere ve hocalara karşı yöneltilen bir davranıştır. Bunların dışında herhangi bir menfaat için başkalarının elinin öpülmesi mekruh olarak görülmüştür. Türk kültüründe; Büyüklerle tokalaşmak yerine, büyüklere olan saygı belirtisi olarak kendimizi ifade ettiğimiz bir davranıştır. Eğilerek öpmek saygının derecesi gibidir… Önce mütevazılığı, saygı göstermeyi öğreten kültürümüz aynı zamanda sevgiyi tattırırken, yarın öbür gün onlara saygı görmeyi öğretecek, sevgilerini küçükleriyle paylaşmasını öğretecek.  Sergilenen oyununda anlattığı gibi, tarihimizi tanıyalım, tarihte yaşananları unutmayalım, kültürümüzü yaşayalım,...

1 Damla Su…

Son günlerde hızla artış gösteren olaylardan biride küçük çocukların kayıp vakalarının artışı… Yurt genelinde 1600’ü aşkın çocuk kayıpken, 1100’e yakını kız çocuğu olarak belirlenmiş. Diğer yandan 2010 yılı itibariyle Ankara’da oluşan kayıp çocuk vakası ise 42, bunların 11’i erkek, 31’i kız çocukları oluşturuyor. *** Her kaybolan çocuk, bir ailenin yüreğine ateş düşürüyor. Belki bir faydamız olurda 1 Damla Su olabilirsek kor olmuş yüreklere ne mutlu bize… Sevgili okuyucularım… Bu sayımızdaki köşemde sizlerle Ankara’da kaybolan çocukların bilgilerini paylaşıyorum. Detaylı bilgileri ve daha önceki kayıp vakalarını internet sayfamızdan (http://www.anadolununsesigazetesi.net) kayıp sorgulama sistemine girerek görüntüleye bilir, yanan yüreklerin belki de birini ferahlığa kavuştura bilirsiniz. *** Unutmayın ki onların yerinde bizde olabilirdik!   Yetişkin kayıplar ve Çocuk kayıpları için anadolununsesigazetesi.net’ten arama yapabilirsiniz…   Emniyet Genel Müdürlüğü Arama...

Esnaf Dediğin…

Her imalatta hatalar olabilir ve bu çoğu kez müşterinin kesesinden çıkan liralara mâl olur. Neyse asıl konumuza gelelim, 3 ay kadar önce bir ayakkabı aldım. Tabii ki tahmin edebileceğiniz gibi ayakkabıda problemle karşılaştım. Hem de üzerinden geçen 3 ay içerisinde yaptığım alışverişe dair herhangi bir belgeyi bulamadım ve ürünün fişi geçen süre içerisinde kaybettiğimi fark ettim. Bu durumda ne yapılabilir? Bence şansı denemek lazım. Şansımı denemek üzere ürünü satın aldığım mağazaya gittim. Gider gitmez ürünü aldığım arkadaş beni kolaylıkla tanıdı. Benim hatırlatmalarımla ürünü aldığım zamanı da hatırladı ve üründeki problemi gören yetkili arkadaş mağduriyetimi giderdi. Bir esnaf müşterisine karşı ilgili olmalı, tıpkı Kuzenler Kundura çalışanları gibi… İlgi ve alaka; 1 kez gördüğü müşterisini tanıya bilecek kadar alakalı, zamanını hatırlaya bilecek kadar ilgili ve en önemlisi de bu kısmı olsa gerek ki herhangi bir belge olmamasına rağmen müşteri mağduriyetini gidere bilecek kadar da tecrübeli, herkese tavsiye edebileceğim bir mağaza, en önemlisi bir esnaf. Bu arada bende Sıhhiye Köprüsü altında faaliyet gösteren Kuzenler Kundura’ya teşekkürlerimi dile getirmek istedim. Başarılarının devamını...

Ne Bu Memnuniyetsizlik?

Televizyon kanallarını haber saatinde şöyle bir dolaşayım desek hemen hemen her kanalda, her bültende biri yâda birileri memnuniyetsizliğini dile getiriyor. Bu bana Osmanlı döneminde yaşanmış bir olayı hatırlatıyor. Gelin beraber bir bakalım olaya, belki bizi de ilgilendiren bir şeyler vardır. İşte Bir Hikaye… İlin birinde valinin zulmünden ve yaptıklarından yakınan halk padişaha gitmeye ve durumlarını anlatmaya karar verirler. Bunun içinde aralarında bir heyet seçerler padişaha giderler ve durumlarını anlatarak valinin değiştirilmesini talep ederler. Padişah buna tek başına karar veremeyeceğini söyler ve bir gece misafir olup sabah namazında beraber gitmeleri gerektiğini söyler. Heyet gece sarayda kalır ve sabah namazını kıldıktan sonra padişah heyeti caminin içini görebilecekleri bir bölmeye alır. Sonrasında 40 âlimin toplandığını ve padişahın bu durumu onlara anlattığını görürler. Bu durum üzerine âlimlerden biri açıklama yapar; “herkes hak ettiğini bulur” der ve önce halkın kendine çeki düzen vermesini sonrasında bu isteklerini dile getirmesi gerektiğini söyler, bunu duyan heyet memleketlerine döndüklerinde durumu halka anlatırlar. Aradan zaman geçmiştir ve halk kendine gereken çeki düzeni verir ve tekrar padişahı ziyaret edip, sabah namazından sonra alınan karara kulak verirler ve valinin alınıp başka bir yerdeki vali ile değişmesinin uygun olduğunu öğrenirler. Çünkü halk hak ettiği yönetime kavuşacaktır....

Emin Eller

Her yaşam, her hayat şüphesiz Allah’ın bize bir lütfüdür. Zengin yada fakir olmak, gençken bir günde yaşlanmak, sağlıklıyken hasta düşmek. Bir kalabalık düşünün, bir amaç için toplanmış, beklide bir işi gerçekleştirmek için, kim bilir belki de bir yerden başka bir yere gitmek için, önemli olan kalabalık değil, önemli olan kalabalığın şahit olduğu olay… Onlarca kişinin içerisinde öyle bir çocuk var ki; tekerlekli sandalye yardımıyla hareket edebilen, gözlüklerinin arkasından parlak gözleriyle hayata tutunmaya çalışan, konuştuğunu yalnız yanındaki 20-21 yaşlarındaki bayana anlata bilen 5-6 yaşında hayatının çocuk çağında zorluklarla devam ettiren bir yavrunun teslim edildiği emin eller. Bu bayan önce çocuğun neşelenmesi için uğraşıyor, başarıyor da… Fakat öyle bir an geliyor ki çocuğun neşesi zirveye tırmandığında genç bayan elinin tersiyle çocuğun yanağına vurmaya başlıyor, ta ki zavallı çocuk yüzünü asıncaya kadar. Ne olduğunu anlayamayan ve benimde içinde bulunduğum kalabalık, sert bakışlarıyla genç bayana bir şeyler anlatıyor. Ama bayan aynı olayı yine tekrarlıyor ki bu kez biraz daha ileri gidip sabinin ağzını kanatıyor. Evet; böyle insanlar da var. Diyeceğim o ki evladınızı kime emanet ettiğinize iyice bir dikkat edin. İster bakıcı olsun, ister yakın akrabanız, isterse eğitimcisi olsun, hatta belki de annesi-babası… Kim olduğu değil sergilediği tavır önemli olan, iyi bir gelecek için evlatlarımızı emin ellere emanet edelim. Emin elleri yetiştirmekte bu günün eğitimcisine, velisine, vasilerine düşüyor. Eğer biz birer emin el değilsek, gelecekte birer emin el bulmak mümkün olmayacaktır. Bir gün gelecek ve herkes birer emin el arayacak…   Tüm Basın Camiasının 10 Ocak Gazeteciler günü kutlu...

Terazisi Bozuk!

PTT’nin Etimesgut şubesine bağlı, 30 Ağustos PTT biriminin terazisi bozuk…! Geçen sayımızı okurlarımıza ulaştırmak üzere gittiğim 30 Ağustos şubesi yetkilisi her hangi bir sebep belirtmeden postaları kabul edemeyeceğini ve Etimesgut Merkez şubesine gitmemi söyledi. Sebep ise “biz alamıyoruz…” cevabı verilerek belirtilince, insan ister istemez 45 dakikaya yakın sırada beklemesinin üzerine böyle bir durumla karşılaşınca “bu nasıl Posta Telgraf Telefon şubesi?” “Posta şubesi posta kabul etmiyor.” İnsanın aklına bin bir türlü düşünce geliyor. Evet, bu olayın üzerine soluğu PTT’nin Etimesgut Merkez Şubesinde aldım. Postalarımın gönderim işlemleri tamamlandı. Sıra 30 Ağustos Şubesinde yaşadığım ve posta göndermek isteyen vatandaşların karşılaştığı soruna geldi. Müdürle görüşmek istediğimde, müdür vekili ve şube şefi olarak bir beyefendi gösterildi. Durumu anlattığımda terazinin bozuk olduğunu ve teknik servise başvuru yapıldığını öğrendim. Peki, çözüm bumu olmalı? Yoksa, Etimesgut gibi 400 bine yakın nüfusa hitap eden birimin yedek terazi bulundurup, bağlılarına gerekli lojistik desteği sağlaması mı? Tartışılır… Bu duruma er geç çözüm gelecektir, ama kabul edilemeyen postalar için artık çok geç, akıllarda kalıcı bir posta şubemiz...

Sıra başörtüsüne geliyor…...

Sokaklarda, her Cuma namazı çıkışında ülkemizin çeşitli yerlerinde başörtüsü protestosu vardı. Bilmediğim bir sebeptendir bu konuyu seçim çalışmalarında kullananların işi bitince kar altında kalan gazel yapraklarına benzedi. Nerede o gün cami çıkışlarında “…başörtüsü…” diye provokasyon yapanlar, provokasyon diyorum. Çünkü o günlerde halkı kışkırtıp sokağa dökenler şimdi bu konuyu kapatır hale gelmişler… Anadolu’nun geçleriyiz diyorlardı, susmayacağız sorun çözülene kadar diyorlardı, çok merak ediyorum çözüm dedikleri bu muydu? Eğer çözüm dedikleri buysa boşuna çabalamışlar, eğer çözmeden susmuşlarsa arkasına saklandıkları asıl ANADOLU GENÇLİĞİ bu değil! Amacım bu sorunu gündeme getirmek değil, sadece provokasyonu kimlerin yaptığını ve amaçlarını göstermek, duyguları nasıl kullandıklarını göstermek, Ve Avrupa minarelerden sonra şimdi başörtüsü yasağına giriyor.  Önce geçmişe bakmalı sonra “Avrupa”ya… “İlim, ilim bilmektir.İlim kendin bilmektir.Sen kendini bilmezsin.Ya nice okumaktır” Yunus...

Nereye Gidiyoruz?

Bir Avrupalılaşma… Batılılaşmadır gidiyor, bakalım nereye kadar? Avrupa’nın modernliği, insan hakları, vicdan ve düşünce özgürlüğüne hayranlık duyanlara sesleniyorum. Alın size VİCDAN’sız özgürlük… Dinlere saygılarını nasıl sergilediler, görebildiniz mi acaba? İslam dinimizin ibadethanesi ve sembolü durumundaki kutsal mekânlarımız; camilerimizin neredeyse minarelerini sökecekler… Artık minare yapılamayacak İsviçre’de, insan haklarını en iyi savunan ülkelerden önde gideni diye savundukları ülkeye bakın, bakında görün. Bizim aslımız, 3 kıtaya ölümsüz mühürlerini vuran Osmanlı İmparatorluğu çiçeklere bile koruma yasası koyacak kadar modern bir yasaya sahip, hiçbir millete zulmetmemiş, hiçbir ırkı dışlamamış, kimsenin dinine karışmamış, vicdan özgürlüğünü de, insan haklarını da hep ön planda tutmuş. Biz Avrupa ya değil, tarihimize gitmeli Türkiye Cumhuriyetine uyarlamalı ve bütün dünyayı titreten “Türk Birliği”ni kurmalı, batılılaşma denilen cehalet kuyusunu...